Perşembe

"En korktuğum şey, ayna gelmemesiydi"

Röportajımızı klasik bir boyut kazanan soru ile başlatıyoruz: Hakan Akçura kimdir?

Bir güncel sanatçı. Sonuçta projeden baktığımızda temel eğitimini aldığım sanat disiplini resim olsa bile salt resim yapmayan bir insan. Kısa film çekiyorum, şiir yazıyorum, kitabım yayınlandı. İkincisi yolda...
Güncel sanatı yapan sanatçıların farklı disiplinlerle kontağının olmasını, kendi sanatını, yaratımını, bu sentezden çıkarmasını doğru bulan bir insanım. Bir de çok fazla kurguyu ve oyunu içerse bile kendimden uzak sanat yapmıyorum. Hayatımın içersinde zaten benim merakım olan, ilgim olan, konusu bir biçimde benim günlük yaşantımın içersinde bana dokunan her şeyi sanata dönüştürüyorum. Seçkinci bir sanatçı değilim. Tam tersine her insanın içerisinde eğer kışkırtılırsa, kendileri kışkırtmayı becerirlerse ya da güveni biriktirirlerse ortaya çıkabilecek bir yaratım potansiyeli olduğuna inanıyorum. Benim sanatımla kurdukları diyalog ya da kendilerine yönelik attıkları her adım, kendiliğinden bu yaratımı çağırabilir; hep gördüm bunu..

Ortaya koymuş olduğunuz "Aynalarımı İstiyorum" projenizin belli bir amacı var mıdır ve yahut bir çıkış noktası?

Belirlenmiş bir amacı olmayan bir proje bu. Amaç, beklenti gibi sözcüklerden çok uzak bir proje. Çünkü önden saptanabilecek, görülebilecek şeylerle adım atılamayacak bir proje bence. Çünkü bu sanat etkinliğinin konusu benim. Üstelik benim baktığım yerden değil, hayatımda dolaylı ya da dolaysız bir şekilde yer almış bütün öznelerin baktığı yerden, benim. Benim sınırlandırdığım bir zaman dilimine, bir sürece ilişkin bakışı değil, hayatımın toplamına yönelik bir bakışı çağırdığı, üstelik de baktıkları yerden yollayabilecekleri her şeye kabul cümlesi kurduğum için de, ilginç ama hırpalayıcı bir süreç. Galiba demin sözünü ettiğim günlük hayatımın akışından çok uzak tutmak istemediğim yerden akan sanatımın, yaratımımım imgesiyle, kendi benliğimin artık birleştiği bir yerin sanatı. O yüzden ne getireceğine, ne olacağına bağlı olarak kendi tanımını, kendi ne olduğu bilgisini beraberinde getirebilecek bir etkinlik. Ama şunu söyleyebilirim, bu bir tür yüzleşme, bir tür total yüzleşme. Demek ki bunu çağırmışım hayatımdan. Ama işte "böylesine bir yüzleşmenin sonuçları nedir?" ya da "bu tür bir yüzleşmenin sonuçlarından ne tür bir cümle çıksa ne iyi olur?" diye baştan belirlediğim, baştan kurduğum bir beklentim yok.

Peki böylesi cesaret isteyen bir projenin sonucu veya tepkisi sizi korkutmuyor mu ? Yani hiç beklemediğiniz bir sonuç çıkarsa ?

Bu potansiyel hep var. Ama nüvesi 93'lerde içime düştü bu projenin. Daha çok sokak oyunu gibi; çevremdeki bana yakın-uzak insanların "Böyle bir şeye kalkışsam bana bir şeyler yollar mısın?" sorusuyla kalan, asla gerçek bir çağrıya dönüşemeyen, dönüp kendime baktığımda buna kalkışacağımı hiç sanmadığım ve yıllara yayılan bir gidip gelme öyküsü var. Ama bir gün durup kendime baktığımda o güne dair yapmak istediğim tek şeyin bu olduğunu, buna hazır olduğumu hissettim... O zamanlar, belki de hayatımın en kıpırtısız dönemindeydim. Bir yerden bakılırsa en mutsuz zamanıydı. Bir yerden bakıldığında en sakin zamanıydı. Bir yerden bakılırsa güç-güçsüzlük gibi sözcüklerin pek fazla anlamının kalmadığı zamandı. Reel hayatta kendime yol açmak için bir tür anlamlandırmalarımı, tanımlamalarımı artık kullanmadığım bir zamandı. Yani risk cümlesinin devreden çıktığı bir zamandı. Ama mutlaka bir bilinçaltı var. Hele ki böylesi bir hayat öyküsünden sonra! Hele ki böyle çağrının öznelerinin kimler olduğunu bire bir bilmemden dolayı, kendiliğinden içerdiği bir gücü var. Bütün yolları açtım aynalarıma. Telesekreterine kadar.... En karşıdan, en beklenmedik, en kendinde kırılarak bana gelen, en beni güzellemek adına ya da bana saldırmak ve teşhir adına adım atacak her kimseye, her özneye açık! Gelen aynalardan çıkarak söyleyebiliyorum; galiba beni en fazla etkileyebilecek olan şey, hayatına teğet geçtiğini sandığım ama aslında hiç de teğet geçmeyip hayatını dönüştürdüğümü ya da değiştirdiğimi ya da hayatında çok güçlü bir rolüm olduğunu ancak yolladığı aynayla öğrendiğim kimlikler olacak gibi...

Peki "Aynalarımı İstiyorum" projesi kendisine güvenen, kendisinden emin olan bir insanın mı, yoksa kendisine güvenmeyen bir insanın mı ortaya koyduğu bir sanatsal etkinlik?

Saklı bile olsa bir önceki cevap da bunun da cevabı var. Güven de bir tanımlama, adlandırma cümlesi. Güvrenin ve güvensizliğin ortadan kalktığı bir yer diyeyim ben... Kimi tanımların, ne o sözcüklerin yansısı olan niteliklerine bakarken, ne de bu süreci bizzat yaşarken çağırdığım, denk düşüp düşmediğimi sorguladığım, denk düştüğümde adım atmaya devam etmemi ya da varolmamı sağlayacak bir niteliği yok. Şunu söyleyebilirim ama: Tam tersine, en temkinli olduğum, bu denli sakin olabilmemin değerini anladığım, sözcüksüzlüğün ya da kıpırtısızlığın bana ne kattığını gördüğüm, en içinde huzurla yaşanabileceğine inandığım yerdeyim. Bütün bunlar bir güven mi, yoksa bir sıfır noktası tarifi mi bilmiyorum.

Peki etraftaki yakın ya da uzak insanların, çevrenin tepkisi ve ilgisi ne oldu?

Çok farklı biçimlerde oldu. Ben projeye kalkışmadan evvel çok yakınımda olan arkadaşım, dostum, tanışım ya da beni yeni tanıyan, farklı kategorilerde ama bence "Aynalarımı İstiyorum" projesinin ayrı ayrı özneleri olan 40'a yakın insana projeyi açtım. Bir sır olarak. Tepkilerini almak için... Çok zor yazdığım, çok zor o son haline rıza gösterdiğim ama daha da değiştiremediğim metni görsünler, sürecin kendi akış biçimini görsünler diye... Ne diyecekler diye... Birbirinden çok farklı tepkiler vardı. En yaygın tepki cesaretim üzerineydi. Onların hayatlarında asla kalkışamayacakları ya da herhangi bir insanın kalkışmasının çok fazla düşünülemeyeceği bir proje olduğu fikriydi. Kıskananlar oldu. Özellikle bizzat sanat yapan arkadaşlarımın ilk cümlesi bu oldu. "Kıskandırıcı benim için", "Keşke bunu yapabilseydim" "Keşke bu cümleyi ben kurabilseydim" gibi. Gereksiz bulanlar oldu. Hastalıklı bulanlar oldu. Teşhirci bulanlar oldu. Narsist bulanlar oldu. Medyatik bulanlar oldu. Sansasyonel bulanlar oldu ki en kaçınmaya çalıştığım, en sorguladığım nitelik bu idi.. Beni 10-15 yıldır tanıyan, psikiyatrist bir arkadaşımın söylediği cümle ilginçti benim için: "Günün birinde kendi özel alanını, kendi özel yaşamını bu kadar saldırıya açacağını biliyordum!" Bu düşündürdü beni oldukça.

Neden düşündürdü?

Yapmak istediğim bu muydu ? Yaptığımın ne olduğuna dair nitelemeler, benim için çok iyi bir tepki karşısındaki belirsizliğim gibi belirsiz! Yani çok hayvanımdan, refleksimden, tözümden çağırdığım bir proje bu. Bu yüzden de çok fazla böyledir, şöyledir diyemediğim bir proje. Kaderim biraz da sürece dair uğraklarımda... Doğru sandığım soruları sordum o insanlara, projeye baktıkları yerden cevaplamaları için. Çok istemesem de ne yaptığımı birazcık da kendim tanımlamak zorunda kaldım hep şimdiye kadarki yaratımımda. Çünkü biraz da bu toprakta, hep bir tür sıradışılığı, özgünlüğü, uluslararası sanat zemini içerisindeki yeri ile görmek konusunda, tutarlı ve doğru davranan insanların azlığıyla ilgili bir sorun vardı karşımda. Ama "Aynalarımı İstiyorum"a dair hazır cümlem yok ve hazır cümlemin olmadığı yerde, kurulan, kendi başına etki gücü olün her tür cümle -dönüp de vazgeçişimi beraberinde getirmese bile- dönüp onlarla beraber kendi projeme yeniden baktığım cümleler haline geliyor. Bu şimdi de geçerli. Gelen aynalarla birlikte de geçerli. Daha önceki test için kullandığım insanların olduğu yerden tartışmaya başladılar insanların bir kısmı projeyi bugün. Onların da kendince söyledikleri sözcükler var. “Bir insanın ancak kendi hayatının yansımalarını taşıyan aynalarını kırdıktan sonra ve o kırık camlar üzerinde yürüdükten sonra kendini aynasız kılabileceğini” ileri süren, projeyi zen budizminden çıkan cümlelerle tartışan, ya da ne bileyim tasavvufta “toprak olma” olarak tanımlanan bir tür tüm benliğiyle barışma sürecinin ancak böylesine bir sınavdan sonra olabileceğine ilişkin cümleler yakıştırılıyor projeye. Bir dizi edebiyatçının, ya üzerine cümlesini kurduğu ya da cümlesini kurmanın yanı sıra kendi hayatına yansıttığı değişik kendini sorgulama metinlerinden alıntılar yapılıp yollanabiliyor. Hepsi “seyrettiğim” şeyler. Ama bu arkadaşımın söylediği ilginçti... Çünkü beni yakından tanıyan biriydi. "Ben on yıl önceden böyle bir şey sezmiştim" dedi. Acaba, ya gerçekten de yaşam alanımı daraltabilecek böylesi bir etkinlikten kendi özel yaşamıma saldırı diye nitelenebilecek bir durumu çağırıyorsam diye kuşkulandım. Düşünmeye devam ediyorum. Bilemiyorum.

Size gelen aynaların içerisinde "Neden" ya da "Nasıl yani!" dediğiniz ayna bu mu yoksa çok daha enteresan diyebileceğiniz bir ayna var mı?

Bu bir ayna değil ki!.. O ilk diyaloglarda beni en çok şaşırtan yorumlar beni tanımayan insanların tepkisi de değildi. Üç dört insan birbirinden habersiz bir şekilde, "ne o yoksa sergi gününde intihar mı edeceksin" diye sordu. Bu ucunu hiç düşünmemiştim. Hatta beni biraz tedirgin etti de. Ya annem de böyle düşünürse dediğim oldu ama çoğalmadı. Genelleşmedi; rahatladım. Yine birçok insanın “hayat hikayemi” de içeren ilan kelimelerinin toplamından yoğun hüzün duygusu aldıklarını biliyorum. Bir çoğu da almadı. Şakalaştım ihtihar cümlesi kuranlarla; "evet şık bir durum olurdu ama ben genelde sergilerimi sonuna kadar izlemeyi seven bir insanım. En azından böyle bir sorumluluğum var. Onun için kusura bakmayın intihar edemeyeceğim" dedim...

Peki şu ana kadar aldığınız ayna sayısını yeterli buluyor musunuz? Beklediğiniz ilgiyi gördünüz mü?

60’ı aştı aynalarımın sayısı... Akmaya, gelmeye devam ediyorlar. Bir kısmı önümüzdeki üç aylık süreci kullanmak istiyor. Yollamayı düşündüğü aynanın niteliğini benle tartışmaya kalkan, benim aslında nasıl bir aynayı ondan istediğimi anlamaya çabalayan, ona göre adım atmaya hedefli ve tüm bu ısrarlarna rağmen cevap vermeyi reddettiğim, “bu senin yolculuğun,” deyip kararı onlara bıraktığım "dinlerim istiyorsan, ama asla yorum yapmam" dediğim insanların, aynalarını hiç de kısa zaman içerisinde bitireceklerini sanmıyorum mesela. Serginin en büyük paradoksu, benim kendime alacağım ve bende kalacak aynalar istemiyor olmam. Bütün aynaların, yani nesnelerin, yazıların, seslerin, resimlerin toplamını olduğu gibi, hiç değiştirilmeden ve hiç bir seçim sıralamasına sokmadan sergleyecek olmam... Kime? yabancı olan on binlere. Ya da diğer aynalara. Geldiği gibi kendilerine dönen, kamuya dönen yüzü yüzünden galiba biraz gedim öznelerimi. İkinci bir paradoks ise, hayatta hiç sanatsal yaratım cümlesi kurmamış, kurmaya da da niyeti olmayan ama sonuçta ayna vemek isteyen bütün insanları aslında bir sanat nesnesi yapmaya çağırmam... Aynalar çerçevelendiklerinde, asıldıklarında, o serginin bir parçası olduğunda, ya da bir kaidenin üzerine konduğunda, bir ekrana yansıtıldığında, bir kulaklıktan duyulduklarında artık o serginin sanatçıları onlar! Hem bu durumun sancısını çeken, hem bunun zevkini yaşayan hem de bunun hazırlıklığı içerisine giren, ya da yıllarca düşündüğü, yapmaya kalkıştığıyla, bana yollayacağı aynanın içeriğini birleştirmeye çalışan insanlar ve onların uzun yolculukları sözkonusu. Benimle bu süreçleri de paylaştıkları için biliyorum bunu... Her ne kadar ben o süreçlerin hiç bir tasarımında, karar noktasında görüş vermesem de.... İlk elden, hızla gelen aynaların galiba bir kısmı zaten, bir an önce böyle bir sürecin yükünden kurtulmak isteyen aynalar... Bir şey yollayayım ve yolladığım şeyle sorun bitsin diyen aynalar. Ya da örneğin aslında benim hayatımın dolaysız öznesi olmayan, yolladığım e-maillerle çağrımla karşılaşan, cevap vermeyi isteyen “yabancılar”ın yolladığı aynalar. Bana saldıran aynalar, bazen doğrudan bana, bazen de doğrudan bu etkinliğe ve bu etkinliğe olumlu yaklaşan, katılan herkese saldırmayı seçiyor. Bunu seçerken “katıldığını” unutarak zaman zaman...

İnsanların anlatım tarzı genelde hangisi oluyor? Yani kişiler aynalarını resimle mi, e-maille mi? Nasıl ulaştırıyorlar?

Şu anda bana ulaşanların çou e-mail ve metin. Posta kutusuna daha bir kez bakabildim; ama zaten posta kutusundan bana ulaşacakların zamana ihtiyaçları var. Telesekretere ise iki mesaj geldi. Daha çok başındayız.

Peki size gelecek aynaların içerisinde sizi çok etkileyebilecek mesaj tarzı var mı?


Hepsi benden aynı uzaklıkta. Hepsi geldiğinde bana aynı soruyu sorsan verebileceğim cevap yine aynı olacak. Bu çağrıya evet diyen insanların bana yazdıkları, bana yolladıkları, yaptıkları, çizdikleri, söyledikleri şeylerin her birisinin uzaklığı benle aynı... Ya da bir uzaklıktan sözedemeyiz. Aynı yerde, içimdeler...

Gün geldi ve sergi açılacak. Aynalar duvarlara asıldı. Salonun tam ortasındasınız, bakıyorsunuz. O an sizi korkutuyor mu? Yani hepsi birer ayna, ne kadar gerçek ne kadar yanlışsa... hepsi sizi yansıtıyor!


Hepsinin beni yansıtacağına çok emin değilim, öncelikle. Hepsi beni yansıtsa en seveceğim uğrak olurdu yaşantımda. Ben sergi açmayı çok severim. Sergi süresince insanlarla birlikte olmayı çok severim. Sergi süresince oluşan insanların tepkilerinden beslenirim. Son sergimde, en son ve en zor duvara astığım, "acaba biraz daha değiştirse miydim ya da devre dışı bıraksa mıydım?" dediğim resim, sergiye gelen insanların en etkilendikleri ve en beğendikleri resim oldu. Bunlar benim denetleyemeyeceğim parametreler. Ben ve yaratımımın yansısı konusunda durum bu kez daha da karışık. Ben kendi sergime mi gidiyor olacağım, yoksa başka insanların karma sergisine mi gitmiş olacağım? Sahibi olduğum serginin hiçbir sanat nesnesini ben yaratmamış olacağım. Konuk olduğum kadar evsahibi olduğum bir yerin içersinde olmanın duygusu... Şimdiden bile çok hoş. Neyi içerirse içersin... Şu anda olası skalanın her iki ucu da bana gelmiş durumda. En güzelleyeni de, en saldıranı da var gelen aynalarda. Aradakilerde var; ancak bunların çoğalmasının
getirebileceği bir korku cümlesi asla yok benim için.

Peki bu aynaların içerisinde sizinle ilgili doğrularla beraber gelen yanlış yansımalar, sergiye gelenlere yanlış bir görüntü aksettirmeyecek mi?


Gelen hiçbir aynayı elemeyeceğim, değiştirmeyeceğim. Bunun için gelen aynalarla ilgili etik bir problemim yok. Çünkü bunlar gönderen kişilerin aynaları, eserleri. Sonuçta insanım; elbette kimi durumlar etkileyecektir. O aynaların beni yansıtmaması ihtimalinin getireceği herhangi bir tatsız duygu öngörüsü de yok benim için.

En korktuğunuz en istemediğiniz durum nedir peki?


Ayna gelmemesiydi...

Bu proje ilk defa sizinle gerçekleştirilen ve cesaret isteyen bir etkinlik. Sizden sonra bunun denenmesi nasıl bir duygu yaratacaktır sizde? Yani ilk yapan benim gururu mu, yoksa beni taklit ettiler düşüncesi mi?

Hiç birisi olmayacaktır benim için. Gerçek sanatçılar bence belirlenmiş cümlelerle adım atmaz. Neyse odur. Tarih odur. İnsanın ortak bilinci odur. Benim kendi başıma sanat etkinliğini yaşadığım yer, dışardan bakan gözümün hemen hemen hiç olmadığı bir göz. Sanat etkinliğini yerine kim koyacaksa koyacak ya da zaman içerisinde kendisini belirleyecek niteliğini. Açıkcası yerkürede bu kadar total ve kendi bakış açısını katmadan böylesi bir yüzleşmeye özneleriniçağıran başka sanatçı var mı, bilmiyorum. Araştırdım, bilebildiğim kadarıyla yok. Şöylesi çok var: Kendi hayatının sancılı bir dönemini kendi baktığı yerden ya da başkasını da katarak yüzleşen sanatçıların işleri... Ama ben böylesine bir yüzleşmenin ancak kendimi devre dışı bırakırsam anlamının olacağına inandım.

Projenin Internet’te yaygınlaşması olaya başka bir boyut getirdi mi peki?

Benim ilk isteğim, çok satan bir ya da birkaç günlük gazetede tam sayfa bir ilandı. Projenin başında ve sonunda olmak üzere iki kez. Konuştuğum editörler bunu istedi ve gönül bağı kurdu, ama icra heyetlerinden sıcak bir cevap gelmedi. Söz konusu olan şey para olunca bana söylenen şey, "sana evet dersek senden sonrakilere ne cevap veririz"den farklı bir şey olamıyor. Ama bi taraftan proje ulaşabileceği herkese ulaşması gereken bir projeydi. Hatta bence TV'ye muhtaç bir proje. Gazete okuyan çok az. Ama benim hayatımın tüm öznelerinin skalasına baktığımda herkesin bir biçimde belki de ne yazık ki iletişim kurduğu tek şeyin TV olduğunu biliyorum. İnternet yeğlenmeyen zorunlu bir başlangıç noktasıydı. Duyuruya da özü gereği karşı olduğum "SPAM" dediğimiz istem dışı gönderilmiş e-maillerle başladım. Neredeyse SPAM mafyasından aldığım adres veritabanı ile başladım diyebiliriz. Ama mailde uyardım insanları: "Bu bir SPAM’dır. Biliyorum. Özür dilerim. Ama zorunluyum" dediğim bir yerden başladım söze... 60 bin kadar insana, onlar da kendi listelerine yolladı...

Ahmet Emre Kızılarslan’ın sanatçıyla yaptığı söyleşi (superonline.com)

Hiç yorum yok: