Perşembe

"Olabilecek her şey kabulüm"



Bu etkinliği gerçekleştirmekteki asıl amacın ne? Yani sıradışı bir sanatsal etkinlik olması dışında, özel amacın?

Bilirsin, sanatçılar "amaç" kelimesini sevmezler pek... Bu benim için de geçerli; ama özellikle "aynalarımı istiyorum"un, belirlenmiş, bende gizli kalan, senden sakındığım bir amacının hiç olmadığı kesin! Amacının ne olduğuna değil, kendisinin ne olduğuna bakılması gereken bir proje bu... Neyi getireceği, neye yolaçacağı, neye dönüşeceğine ilişkin hiçbir "net ya da tasarlanmış" beklentimin olamadığı bir sanat etkinliği. Ne olduğu'na gelince, benim bulunduğum taraftan bakılınca, "yaşantımın tüm öznelerindeki yansımalarım ile yüzleşme" diyebilirim. Gelmeye başlayan "aynalarım"a bakılırsa, öyle görünüyor ki, yanı sıra, yaşantımda bugüne kadar "duyurumda tariflediğim biçimlerde" hiç yeralmamış "yeni öznelerle" yüzleşmeme de dönüşebilir.

Peki projenin sıradışı sanatsal bir etkinlik, yani bir anlamda ilk olması mı ağır basıyor senin için, yoksa -amacına ulaşırsa hayatına bir sekilde girmiş bütün insanların nezdinde- kendinle yüzleşmiş olmak mı?

Bir "ilk" olduğu doğru... Yerkürede, şimdiye kadar birçok sanatçı, yaşantısının şu ya da bu ve genellikle sancılı bir dönemiyle "yüzleşen" işler yaptı. Ama hep kendi yorumladı; kendi yolculuğu olarak sundu. Ne kadar acımasız bir biçimi, yöntemi seçerse seçsin... Ben, 38 yıllık yaşantımın "tümüyle" yüzleşmeyi seçtiğim gibi, bunun "samimi" yolunun benim devre-dışı olmamdan geçtiğine de karar vererek yola çıktım. Ayrımsız "şu ya da bu nedenle beni tanıyan" tüm öznelerimden "onlardaki yansımalarımı/aynalarımı" talep ettim; üstelik, sergilenmek üzere. Onların üzerinde hiçbir müdahalede bulunmayacağıma söz vererek... Tasnif etmeyeceğimi, kendi içlerinde bir hiyerarşi yaratmayacağımı, bunu sağlamak için de "geldikleri sırayla" sergileyeceğimi söyledim...

Bu durum'un yarattığı bir paradoks var: Bana "ondaki yansımamı/aynamı" yollayan herkes, aynı zamanda "binlerce ziyaretçinin" izleyeceği, okuyacağı, seyredeceği bir "sanat nesnesi" yolladığını biliyor, bilecek... Dolayısıyla, benim aynamı, bana olduğu kadar, "ötekilere" yönelik de yollamış olacak... Bu durumun yarattığı gerginliği şimdiden izleyebiliyorum.

Hayır, sen sorunda bir kez daha kullansan da, "amacım" yok. Gelen her şeyle, akan her şeyin yaratacağı durumun takipçisiyim. Olabilecek her şey kabulüm. Buna karşı güçlü olmaya çalışıyorum. Tam da bu "oluş"u istiyorum.

Amaç kelimesine takılma. Bir çıkar veya beklenti içinde olduğunu düşünüyor veya onu bulmaya çalışıyor değilim, sadece böyle bir şeye niye kalkıştığını merak ediyorum; yahut böyle bir etkinliğin aklına nasıl geldiğini nerden çıktığını?..

Bu daha cevap verilebilir bir soru benim için... "Bugün ölsem gam yemem!" dediğim bir noktaya geldim hayatımda. Neden, nasıl; cevabı bende saklı! Benim, en büyük özgürlüklerimizden biri olduğunu düşündüğüm "ölmeyi yeğleyebilmek”ten de uzağım. Çünkü ölümü dost bildiğim bir hayat yolculuğuydu benimki... Yaşantımın "oyalandığım" bir dönemindeyim. Yaşama sevincini yeniden kazanmaya çalıştığım... Buna karşın, "özel yaşamımı tümüyle saldırıya açtığım" bir etkinliğin kıyısında durduğumu farkettim. Belki de tüm aynalarımı kırmak için, hepsine sahip olmam gerekiyordu. Bir arkadaşımın yorumu da böyle: "Kırdığın aynaların kırıkları üzerinden yürümek istiyorsun gelecekte!" Belki... Gerçekten bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyorum ki, bir yıl, iki yıl, beş yıl önce böyle bir şeye kalkışacak cesaretim asla olmadığı gibi, böyle bir şeye kalkışmayı anlamlı bulacak bir Hakan Akçura da yoktu ortalıkta...

İki büyük kent, iki ilkokul, bir ortaokul, bir lise, üç üniversite (çoğunda sınıf başkanı, kültürel kol başkanı ve öğrenci temsilcisi olduğum), iki cezaevi, 3 ayrı siyasi şube, onlarca koğuş, hücre, gözetimevi, 40'a yakın ev, onlarca işyeri üzerinden aktı yaşantım. On binlerce insan üzerinden bir de, en önemlisi... Bu ilanın 40 bine yakın "doğrudan muhatabı" var ve elimden gelse, gücüm yetse hepsine bu çağrıyı ulaştırmak isterdim.

Ama bir de, "ben gibi" insanların, dört on yılı ben kadar uzun ve yorucu yaşamış insanların sayısının çok fazla olduğu bir ülkede yaşıyorum. Aynalarını çağırabilen benim, aynı zamanda aynalarını çağırabilecek ötekiler olduğunu da biliyor, görüyorum. Yine de bu durum, bu etkinliğin "misyonu" değil!

Çok yaşadım, çok yoruldum, durdum, baktım ve çağırdım, desek!?..

Cevabın gelmeden nedense, gelecek cevapta mistik bir şeyler olacağını tahmin ediyordum. “Mistik” tam da düşündüğüm kelime değil ama buna benzer bir şey... Tasavvufta toprak olmak denen bir süreç var; yani her şeye açık olabilmek her şeyi tamamlamak, örtüyor olabilmek... Bu etkinlik böyle bir anlam da taşıyor sanki... Peki aynalar tamamlandığında, yani verdiğin süre sonunda sadece Net’te mi yayınlanacak? Bununla ilgili çalışmalar yapılıyor mu? Bir de, daha erken ama, gelen tepkiler nasıl? Gelen aynalarda unuttuğun yahut yüzleşme diyebileceğin şeyler var mı? Bir anlamda senin yüzleşmende kendi yüzleşmesini yapan örnekler?..

Gelen "aynalarım" bir galeri ya da sergi salonunda sergilenecek. Bu öncelikle ve her şeyin yanı sıra sergilenmeye yönelik bir sanat etkinliği... Çağrımın vazgeçtiğim ilk biçiminde bu sergiyi yaşgünümde açacağımı yazmıştık. Caydım. Çünkü, ne ne kadar "ayna" geleceğini, ne de hangi biçime, boyuta sahip olacaklarını hiç bilemiyorum. O yüzden, aynalarımın sergisinin nerede ve ne zaman açılacağını, bizzat onların niceliği ve niteliği belirleyecek. Kesin olan şu: Sergi, İstanbul'da açılacak. Net'te değil. Sayfalar çerçevelenecek duvara asılacak, üç boyutlu nesneler gerekirse kaidelerinin üzerinde yeralacak, sesler ayrı ayrı kaydedilip kulaklıklara verilecek ve yazıçözümlerinin yanı sıra ziyaretçiye sunulacak, akan görüntüler de izlenebilmelerini sağlayacak ayrı ekranlara sahip olacak. Bir de, belki en önemlisi, gerekirse multimedya cd'si eşliğinde, tüm sergi bir kitaba dönüşecek.

Gelelim sorunun ikinci bölümünün cevabına...

İki gün içinde 17 aynam geldi. 40'a yakın benimle projeyi tartışıp, kendi kararını belirlemeye çalışan diyalog kuruldu. Yüzlerce destek e-maili geldi. Aynalarımın bir kısmının, öznelerin kendi varoluşlarını benim aynam olarak sunmaları olarak algıladıkları, algılayacakları beklediğim bir şeydi... Bana acımasızca saldıracakların varlığı da... Sıkça "güzelleneceğim" de! Ama hiç bilmediğim "başka hayatların yolculuğuna" ne kadar "dahil" olduğuma dair öğrendiğim ve daha da öğreneceğe benzediğim "bilgiler"... Düşündürücü ve etkileyici benim için!

Bu çağrı şimdilik yüzbinlerce e-mail adresi sahibine gitti. Ama mutlaka gazeteler, dergilerde yayınlanmalı. Bunun yollarını zorluyorum. Ama sözkonusu olan, ilan alanı olunca ve ben de ödeyemeyince yollar çok tıkalı!

Gelenleri sergiden önce görme şansımız var mı?

O şans kimse için yok; bence olmamalı da! Belki çerçeveci, belki matbaacı ustalar bu şansa sahip olacak. Ama onlar, hep kamusal sırların ilk bilicisi ketumlar değil midir hayatımızda?!

Projende etkin olarak çalışan kaç kişi var peki?

Bana tanıtım, duyuru olanakları açmaya çalışan dostlarım ve her zaman, her "yola çıkışımda" akıl danıştıklarım dışında yalnızım!

Bazılarınca medyatik olmakla eleştirildiğini söylemiştin. Bari ben de sorayım: Ayşe Arman gelip ropörtaj yapsın diye mi bu işe kalkıştın?


Herkesin röportaj isteğine açığım. Ayşe kendini anlatmadığında bence giderek daha iyi bir röportajcı oluyor ayrıca, bence... Bir tek Reha Muhtar bunu talep ederse, "canlı yayın" koşulunu dayatırım. Dezenformasyona karşı böyle bir enformasyon fırsatı, her şeyden bağımsız kaçırılmamalı bence çünkü... (Projemle hiç ilgisi olmayan ama bu ülkeyle ve medyanın rezilliği ile çok ilgili olan bir yerden.) Neye yanıt vermeyeceğim de baştan belli... Benim çağrımın içerdiği onlarca kelimenin ardındaki yaşantımın sorgulanması ya da teşhiri asla sözkonusu olamaz. Ama bu çağrımı, duyması gereken herkesin duyması gerekiyor...

Bu süreç, diğer çalışmalarını etkilemeyecek mi? Ayrıca bunca şeye nasıl vakit ayırıyorsun; yoksa, Boris Vian gibi uykuyu hayatından çıkarmayı mı başardın?

Zaman bence, insanın nasıl yaşadığına bağlı olarak, eğilip bükülebilen, çekilip uzatılabilen, katmanlı yaşanabilen bir kavram. Buna cevabım da "bilmiyorum!" Ama oluyor. Bu kış ülkemde iki, yurtdışında 5 sergi açacağım sanırım. Uzun bir aradan sonra atölyemdeyim ve o resimleri yapıyorum bir yandan. "Aynalarımı istiyorum"un tek "avantajı", benim “hiçbir şey yapmayacağım” bir sergi olması... Her bir aynamı okumanın, onları görmenin, onlara dokunmanın sevincini, kıvancı, üzüntüsü, kızgınlığı, düşkırıklığı, şaşkınlığı, öfkesini zamanı kullanmaktan sayıp saymayacağımızı ise bilmiyorum.

Bir de şu var: herkes genelde geçmişinden kaçıyor, sense onu sorgulamayı, onla yüzleşmeyi ve bu yüzleşmeyi hayatına bir şekilde girmiş insanlarla ve bütün bir toplumla (en azından haberdar olacaklarla) yapmayı tercih ettin. Bu, yaşamışlığına duyduğun güvenden mi kaynaklanıyor, cesaretinden mi?

Böyle bir sorunun cevabını bence ben vermemeliyim. İnsanının kendine dair söyleyebileceği sözlerin bir sınırı olmalı. Ne dersin!

Bence sınırdan sözetmesi gereken son kişi sen olmalısın. Ayrıca bu cevaplaman gereken bir soru bence...

Bence hayır. Bu ülke, politikacısından sanatçısına, "kendini güzellemekten gocunmayan" insanların ülkesi olduysa, bu durum, o insanlar "hakkında" gerçeği yetkinlikle yazması, düşünmesi gereken insanların yetersizliği ve tembelliğinden, bazen de yokluğundan oldu.

Emine Nergis Uçak’in sanatçıyla yaptığı söyleşi (İhlas haber ajansı)

Hiç yorum yok: