Perşembe

Skala: "Sergileneceğini umursayan aynalar..."

skala'dan a. funda aras'ın sanatçıyla yaptığı ve derginin 4. sayısında (temmuz - ağustos 2001) "büyüteç altında" isimli bölümde yayınlanan söyleşi:

Aynalarımı istiyorum

A. Funda Aras

Hakan Akçura’nın “Aynalarımı İstiyorum” başlıklı güncel sanat sergisi 18 Mayıs-30 Haziran tarihleri arasında Dulcinea’da sergilendi. “Normal” bir sergi gezme süresinin üstünde bir vakit geçirmeyi gerektiren bu ilginç sergiyi bir buçuk saat gibi kısa bir sürede (!) dolaştıktan sonra sanatçıyla konuştuk.

Hakan Akçura, geçen yıl temmuzda e-mailler, değişik web sitelerinde yayınlanan söyleşiler ve afişlerle bir çağrı yapmıştı. Sanatçı, istenirse kendisine isimsiz de yollanabilecek olan tüm “aynaları”, gelme sırasıyla sergileyeceğini ve hiçbirine müdahale etmeyeceğini, gerekliyse sunuma hazır hale getireceğini açıklamıştı. Bu çağrıya cevap, karşılık veren tüm özneleri, çok farklı biçim ve içerikte, yüzlerce “aynasını” sanatçıya yolladı: Bir mektup, bir e-mail, öykü, anlatı, roman, şiir, şarkı sözü, derleme, resim, fotoğraf, grafik tasarım, özgün baskı, görsel düzenleme, heykel, sesli mesaj, radyo programı, beste, film, canlandırma, performans, web site tasarımı, hazır nesne, müdahale edilmiş hazır nesne ya da nesne-heykel olarak… Hiçbiri birbirine benzemeyen, her biri sanatçıya onlardaki kendi yansımasını iletmek kadar sergileneceğini de umursayan “aynalar”!


Bu fikir nereden aklınıza geldi?

Yaşam sevincimin çokça bittiği bir zaman içerisinde bu proje önüme düştü. Sokak oyunuydu yıllar önce. Bu kentte yüzünü hiç görmek istemediğim ve çok görmek istediğim insanlara böyle bir şeye kalkışsam bana bir şey yollar mısınız, dediğim bir gece oyunuydu sadece. Kafamın bir yerinde kalmış, birikmiş ve günün birinde, tam da ben sıfır noktası diye tabir ettiğim bir halim içersinde ortaya çıktı. Çağrının metni, iletmek istediğim samimiyete ve ne kadar geniş bir insan kesiminden, dost-düşman çağırdığımı belli eden bir metin olsun diye uğraştım. Sağolsunlar bir sürü web sitesi dayanışma sayfası açtı. Ben istem dışı mail mafyasıyla ilişki kurdum ve 500 bin e-mail adresi edindim. Bunun 50 binini yollayabildim, sonra önümü tıkadılar. Şu anda baktığımda sonuç iki şekilde şaşırtıyor beni. Birincisi burada 210’u aşkın ayna var ve 210 insanın her birisinin bana yansımasını yollamasının açısı farklı. Hiçbir iş diğerine benzemiyor. Ve bunların çok ağırlıklı bir kısmı aslında hayatta yaratım adına ilk defa bir şey yaratan insanlar. İkincisi de, bu kadarını beklemeyeceğim kadar samimiler. Hem sergilemeye ilişkin özeni gösterip, hem de çağrıya -bir biçimde onlara geçtiği yerden- cevap vermeye çalıştılar. Dolayısıyla benim sergim olduğu kadar onların sergisi aynı zamanda.

Aralarında profesyonel sanatçı var mı?

10 ya da 15 kişi. Bu serginin, yaratının bir yerde tıkandığını söyleyen insanların çok olduğu ve bir şekilde sanat ortamının kıpırtısız sayıldığı bir dönemde, hiç sıradan olmayan, çok farklı, hiç görülmedik bir kıpırtı yaratmasına seviniyorum.

Açıldığından bu yana kaç kişi gezdi sergiyi?

1500 kişi geldi şimdiye kadar, üstelik basında hiç haber çıkmadan. Bir de engelleme var. Serginin daha önce Bilgi Üniversitesi’nde açılması gündeme gelmişti. Bilgi Üniversitesi’nin patronlarının geri dönmesini sağlayan engelleme neyse, şu anda basında bir yorumun çıkmamasını sağlayan engelleme de o.

Kimlerin niye engellediğini biliyor musunuz?

Kimler olduğunu bilmiyorum. Niye olduğuna ilişkin iki sanım var. Birincisi, böylesine geniş katılımlı bir projeyi küratöre sırtını dayamadan, vakfa sırtını dayamadan açabilmiş olmamın yarattığı bir rahatsızlık var anladığım kadarıyla. İkincisi, belki de daha önemlisi, hem geleneksel sanat çevresinde, hem de çağdaş sanat çevresinde bir tür seçkinci sanatçı tavrıyla, onların baktığı yerden sanatçı olmayan “güruha” sergilenme fırsatı yaratılmış olmasına karşı bir hiddet var. Zaten hayatta ne yaptıysam şimdiye kadar, çok sıradan kabul edilen insanın varoluşunun aslında bir yaratım potansiyeli içerdiğine dair ve onu kışkırtmaya yönelik etkinliklerdi. İmgemle benliğimin belki de birleştiği bu etkinlikteyse, en fazla bu kışkırtma yaşandı gibi gözüküyor bana. Üstelik barış platformu içersinde. Bir de yine beni çok şaşırtan bir şey; benim aynalarım olduğu kadar anonim aynalar oldu. Buraya gelip de bu mekandaki yolculuğu sırasında kendi aynalarıyla karşılaşan birçok insan var. İzlediği, duyduğu, gördüğü aynanın öznesini tanısa da tanımasa da… Çünkü fark etmişsinizdir, buradaki aynaların birçoğu izleyiciye sesleniyor, zamana sesleniyor, tarihe, belirli bir döneme, bir sanatçı etkinliğinin niteliğine sesleniyor. Buna katılmak halinin kendi sancısını paylaşıyor. Kendini sunuyor, beni yansıtmak yerine. Bunu tavır olarak yapıyor ya da istemsizlik hali olarak yapabiliyor. Bir de dünyada bilebildiğim kadarıyla kendini devre dışı bırakarak bütün hayatıyla yüzleşmek adına adım atan ilk etkinlik bu. Şimdiye kadar birçok sanatçı kendi hayatını acımasız bir şekilde, başka insanları katarak ya da yalnız başına sorguladı, yorumladı. Aslında, bu kadar devre dışı kalmanın getirdiği o garip yoğunluk bu serginin gerçek enerjisi bence. Kendi sergimin hem konuğuyum şu anda, hem de sahibiyim. Hem de öznesiyim.

Bu konuşma Skala’da yayınlandığında sergi bitmiş olacak. Görmeyenler için soruyorum, başka bir yerde yine sergileyecek misiniz ya da en azından bu metinleri toplayacak mısınız?

Kitabı olacak. Ayrıca bu sergi başka kentlere de çağrıldı, ama ben bu sergiyi başka bir yere taşıyacak enerjiyi kendimde görmediğim için burada bitecek. Sonuçta sergiyi taşıyacak nesne kitap olacak.

Yeni projeleriniz var mı?

Bu serginin yanı sıra üç-dört yıldır gelişen ve bunun ardından devreye girecek olan diğer projelerim söz konusu.

Yine internet üzerinden mi devreye girecek?

Onlar daha da öte, internetin içinden gelişen projeler. Bir tanesi “Odalar” adlı bir proje. Bundan üç yıl öncesinden başladığım “Odalar” projesinde, bire bir “chat” ortamında, ICQ diye bir programı kullanarak yüzlerce insana, bulundukları yerden, içinde kapsadığı her şeyle birlikte odalarını anlattırıyorum. Resmi yapılmak üzere.

Tarif ediyorlar yani size…

Evet. Bir yabancıya, bir gölgeye tarif ediyorlar. Odayı perdesiyle, pervazıyla anlatıyorlar. Pencerenin aslında saydam olduğunu ve arkasını anlatmayı öğreniyorlar. Kahverenginin, kırmızının ton farklarını, uzam denilen şeyin kendisini tarif edebilmeyi ve nesneden nesneye ilişkiyi öğreniyorlar. 80 kadar oldu. Bunlardan 15’i ya da 30’unun resmini yapıp sergisini açacağım. Resimleri tam da onların aktardıkları renklerle, tariflerle; atladılar ise boş bırakarak, hızlı geçtiler ise hızlı tuşlarla, bütün süreci onların bir biçimde belirlediği, bir oda aurası yaratabilecek bir genişlikte; 4 x 1.5 m., anlatıldığı gibi dört duvarı kapsayan parabolik resimler olarak çiziyorum. Bu da net dilinin kendi olanaklarını dünyada ilk kez kullanan bir proje.

Hiç yorum yok: